29 Nisan 2011 Cuma

MALDOROR'UN KIZI / -bütünölüornitorenkleradına.

1.

zihnin densiz dehlizlerinde gezinedurduk bunca zaman. rutubetli ve basık.

ben maldoror'un gayrimeşru oğlu, sen kızı. böylesine içinden sonsuzluğun, böyle soysuz bir soyun boyunduruğunda, birbirimizden başka oyun oynayacak kimimiz vardı ki: sahildeki bir çöle vaha olarak atanmıştık talihsiz tarihimiz tarafından.

işte bundan, zihnin densiz dehlizlerinde gezinedurmamız, bunca ziyan zaman. rutubet ve duman.

2.

sonsuzluk: senin uslu ve sadık ve seninle her daim mutabık sevimli kedin.

3.

endişelenme, dolapta biraz daha absent olmalı. biraz daha tütün, biraz daha esrar, birkaç umutsuzluk daha... birkaç uzay daha olmalı içine boşalacak. biz her filmin önce son sahnesini gördük ve bütün başroller figüran. biz hep önce enkazı gördük, önce çürümüş bedenleri, dağları dev dinamitlerle patlatırlardı cennet'e doğru ÇOK şeritli yollar yapmaya, laboratuvarlarda klon torunlarımız,,,

4.

geziyor ihtiyar gezegen geziyor: gözleri kan
geziyorsun içinin kör koridorlarında, köprülerinde
"eskiden izleyicilerimiz vardı bizim de"
"-ve- eskiden bir şeyler vardı eskimeyen"

5.

endişelenme, artık endişelenecek bir şey kalmadı.
artık dibini görmüşüz dünya denen şişenin.
artık ha yuvarlanmış uzayda, ha kırılıp dağılmış, ha inmiş tanrı'nın kafasına, ha girmiş götümüze...
artık uzun boyunlu kızların birer adı yok.
artık silahımı ateşleyecek tetik parmağım kesik.
artık ağzım yüzümü yararcasına açık
ve çıkan her söz ağzımdan
lanetimin kelâmıdır artıık.
artık ağırbaşlı doğrular çürük
ve bütün puhu kuşları,
buğulu gözlerle izliyorlar YIKIM'ı.

6.

"yorulan bir şiirin ayak değiştirmesi"
ya da
"artık atından inmeden sevişmeye alışmalısın."

7.

UYAN
UYAN ve yanık sesinle eşlik et bana
bu son şarkıda:

8.


BETONUN, TUĞLANIN, METALİN, KÖKÜNÜ KAZIYACAĞIZ BU SON SAVAŞLA!


BETONUN, TUĞLANIN, METALİN, KÖKÜNÜ KAZIYACAĞIZ BU SON SAVAŞLA!

--------------------------------------
zozan gemilerördü, bahar 11, güzelyalizmir.


*yaprak gözeker'e, ege üniversitesi psikiyatri kliniği kapalı kadın servisi, "lanetolası" izmir.

4 Nisan 2011 Pazartesi

TALANCI BAHAR



nükleer tomurcuklarını patlatırken bahar

birilerinin bahar alerjisi var.

kederim ve terim üzerimde kurudu.

bir elimde sahil bir elimde
uzun ve kıpkırmızı iki bin.

yıkım kuşları uçuyor bulutların arasından.

birilerinin hâlâ umudu mu var?

nükleer tomurcuklarını patlatırken bahar.


zozan gemilerördü, nisan ’11, izmir.

29 Mart 2011 Salı

otobüs gergindir.

eve dönüyordum, otobüste, elimde koskoca ve simsiyah bir ağır torba sırtımda da çantam, sıkıcı, bunaltıcı, tıklım tıkış değil ama kalabalık denebilir ve hemen yanımda temiz yüzlü ve üniformalı bir polis var. (neyse ki otobüse binince telsizini kapatmıştı.)

-şoför bey, bu ne ya, bayılcam şimdi, şu fanı kapatır mısınız lütfen?!

(arka koltuklardan birinden gergin bir kadın sesi. “fan” sözcüğünü kullanmış olması tuhaf geldi. kısa bir sessizlikten sonra...

-biriniz seslenebilir mi şoföre, beni duyamıyor, bayan olduğum için...

(yine gergin, rahatsız edici bir ses. “bayan olduğun için?” diye cevap verdim sessizce. duymadı beni. beni duymayışının cinsiyetimle alakası yoktu.

-soför bey lütfen... radyatörü... kapatabilir mi... biri seslense...... (fade-out)

(bir adam sesi. tedirgin. kadının ortaya attığı bu saçma görevi üstlenmiş olduğu için gergin.)

radyatör ya da kalorifer ya da fan ya da belki biri soba der ona, her ne sikimse, kapandı. kadın homurdanmaya devam ediyordu. bayılmak. fenalık. çünkü. vesaire. kadın sessizleşti git gide. otobüs serinledi.

yanlışlıkla polisin ayağına bastım. “pardon” dedim.

gergin.

kış gergindir. (dört-son)

bu kış en azından 4 sene sürdü. (sürüyor hala da.) öyle bir kış ki, dip-frijit ediyor.

kış gergindir. (üç)

şuralardan bi bozacı geçecek olsa, nasıl da koşarak çıkardım, nasıl da sıkı sıkı sarılırdım ona.

kış gergindir. (iki)


annemlerden çıktım, gece yarısını biraz geçmişti saat. birkaç sokak ötedeki, kuzenimle beraber yaşadığımız eve doğru yürürken, fırında çalışan abiyi gördüm. vay zozanıma! diye seslendi bana doğru yürürken. abim nassın? diye cevapladım onu. birbirimize yaklaştıkça, soğuktan iki dakikada yamulmuş olan ben, abinin tişörtle olduğunu fark ettim. (fırından çıkmış laz bakkal’a doğru yürüyor olmalıydı.)

kış gergindir.


bugün yine çok soğuktu. saçmasapan. böyle, soğuklarda, eğer bi şekilde dışarda olup, o soğuğu hissetmek zorunda kalıyorsam –ki bazen saçmasapan bir haz verebiliyor-; titremeye başlıyorum. sonra bu titreme halini düşünmeye başlıyorum. sonra bu düşünce titremenin sürmesini sağlıyor. “titreme hali” ve “titreme fikri” birbirlerini kısa bir süre için an be an yenilemeye başlayınca, durumun saçmalığının artık, soğuğun saçmalığını aşmaya başladığı fark edip ayılıyorum mevzuya. bu fikir, “titreme fikri”ni yok ediyor, dolayısıyla “titreme hali”ni de... neyse, bugün yine çok soğuktu. saçmasapan.

23 Şubat 2011 Çarşamba

"erdem"

-bilen'in; iyi, erdemli olması icap ettiği kanısı ne büyük saçmalık. aksi bir beklenti daha yerinde olacağı gibi, bilen'e duyulan hürmet de ne yersiz.


-neyse sevgili minik yeğenimin ismi olduğu için o biraz büyüyene kadar tahammül edebilirim sanırım şu "erdem"e.


(ne güzel demiş: "ben kötüyüm! erdem kimin adı?")
(yalayarak-tükürerek-durup kusarak öğrenenlere selam.)

21 Şubat 2011 Pazartesi

bütün bir geceye yayılan ağrılı ve titremeli bir rüya.

akşam boyunca, aklımda bir sürü kısa, bir de uzun metraj film fikri vardı. ateşim yüksek, ağrı bir çok yerde, titreme her yerde. yatağa yatıp iyice cenine benzetip vücudumu, bir süre daha bunları düşünmeye devam ettim.

ve uykum boyunca almanya'nın bir sürü yerinde, bir sürü kısa film çektik. ara ara uyanıyordum rüyadan, ya da öyle hissediyordum. çekileduran filmlerin, aklımdakileri tıkır tıkır gerçekleştiriyor olmanın hazzını hissedip, yeniden uykuya dalıyordum, yeni bir filme doğru.

20 Şubat 2011 Pazar

melodikAğrı.

ağrı, sessizce, usul usul yerleşiyor sırtın sağ üst köşesine. bi süre orda takıldıktan sonra sağ böbreğe doğru inip biraz da orda konaklıyor. kalbe yöneliyor, oraya yerleşiyor, bi süre de orda...

bitimsiz bir merdivenden düşeduran ben.

zihnimin kült ablasında söndürdüğüm yarım sigaralar.

dudaklar, koltukaltı, boyun, kemikler...

kemikli kadınların, dik dik bakılası oyukları.

melodika dik dik bakıyor melodika dikkat kesiliyorum dik dik dikkat melodi kalıyor elimde dimdik kalkıyor ayağa melodika!

27 şubat 2011-S.E.T / ŞEBEKE "önyıkım" gecesi @HAYALBAZ @izmir

Sahildeki çölde boynu bükük dağ bisikletleri, yersiz yurtsuz ve sevimsiz bir ''sırıtma'' halinden muzdarip insan evlatları, dantelli çay partileri, aristokrasinin doymak bilmeyen kurabiye sevgisi, başbakanlık rüyaları gören apartman yöneticileri, bostanlı sahilindeki bistrolar, kolejli teen kız etekleri, güzelyalının bomboş duvarları, kültür müdürü şairler, atatürk bulvarları, cumhuriyet meydanları, mermer memeli heykeller, sarışın şehrin kumral anarşistleri, yurtsever cepheler, deniz ve mehtap sordular seni neredesin, her akşam votka rakı ve şarap...


YIKIM BİR ÇAMUR YAĞMURU GİBİ YAĞSIN SAHİLDEKİ BU ÇÖLÜN ÜZERİNE ÜZERİNE!

20 şubat 2011 gündüzünde havlayan köpeğe takılan akıl.

onu bekliyorum. gelicek, eşyalarıyla ilgilenicek, sonra çıkıcaz, bi yerlere gidicez. bu köpeğin acaba derdi nedir onu böyle canhıraş havlatan. masanın üzerinde duran avokado meyvesi. melodika, makas, küllük, bişeyler bişeyler. dün gece eve nasıl geldim hatırlamıyorum ama sırtım çok ağrıyor. gözlerim bebek gözü gibi. köpek hala havlıyor. eşyaları burda. yeleği, paltosu, çantaları, örgüsü. odaya uzun zaman önce sinmiş ve kalmış, artık odanın elektrikli soba kadar değişmez bir unsuru olan kesif zozan kokusu, hemen hürmetle onun kokusuna devretti kendini. o kokuyor artık. bu eşyalar gitse de burdan, bu oda artık o kokar.
(bu fotografı niye koydum. gözümüz kemik görsün boyun görsün.)

5 Ocak 2011 Çarşamba

sekizin etimolojik tahlili

su ek iz

açıp pencereyi perdeyi kapatıyorum. neden
böylesi bir düz koruma? yoluma kuş ya da
taş koyduğunuzda yolumu bileceğim ve
bileylediğim parmaklarımı ben de size
doğrultup şöyle söyleyeceğim:

söz bir perdedir, bir gözkapağı,
olduğu değin gözün bir pencere
çok atlanılası, çok kapatılası.

bundandır sanırım dikilen gözün ardından
yaş biçilmesi. zamanın geçişi yanılgısı gibi
tüm yargıların kaygıya döndürmesi gibi kendini
ufak çocukların silme umarsız oluşu yani
mutlaka bundandır suyun en akışkanlığı.

çünkü usun zıddı olarak su; orada, tam
orada, bilincin lincini imler.
sekiz

dimdik bir sonsuzluk işte tüm haliyle
sudan ve ustan aldıklarını bir değirmen
gibi öğüten; uzayın soyut kanıtıdır da
üç boyutun üçüne de bir selam çakımı:

yedi’nin yenilgisi ve yeşil bir bayrağa
karşı bir siyah bayrak!



zozan gemilerördü, '08, ankara

*
ilhan berk, çok yaşasın sayılar’a selam.

deplasenta



eşyanın bilhassa kıpırdanmalarına göz diktim.
göz pis bir penceredir çok atlanılası. ki
sular kadar ben akışkan görmedim
sular dediğim; özsuları gözlerin.

kimse geri dönüşüme yeltenmiyor ve
bellek kendi iktidarına sarılıyor yine:
her cenin aslında ellenmediği için nazenin.
daha demin, buradan ölübebeklerim kalkıp
yürüdüler annelerine.
kolları, bacakları; yolları, sapakları ürkek
onlar henüz bilmiyorlar pek kasıklardan
kasıklara kurulan kör köprüleri.
körpeler.

gözlerin tersine dikilen bebekleri
prematüre hezeyan ve evsiz kalmışlık
içersinde kıvrım kıvrım aşkları gibi
geçiyorlar kollarımdan enseme doğru.

sular kadar ben akışkan görmedim
sular? dediğim, yaman soru.


21.07.08, izmir